28 Şub 2011

Görmeyen Görmez

Burada son iki günüm. Geldiğimden beri yazabildiğim birkaç satır bu işte. Oysa ne hayaller kurmuştum buraya gelirken… Her şeyden kaçıp, gündelik hayatıma dair her şeyi beş günlüğüne bırakacak, zihnime özgürlük verecektim güya. Akıp giden hayata “dur” demenin gururuyla oturup yazacaktım şu masada. Öykülerim şiirlerim saçılacaktı ortalığa... Nerde? Hani?

O havalı yazarlar gibi yemeden içmeden kesilip yalnızca yazı yazacağım diye iki şişe şarap bile aldım yanıma, ama açacak almamışım iyi mi! Duruyorlar öyle bir köşede. İçesim de yok şimdi. Yol boyunca ilginç hiçbir şey de yaşamadım ki, geldiğim gibi hararetle oturup yazayım! Keşke önceden düşünseydim buraya gelince ne yazacağımı…
İyi de, düşünmeye vaktim mi vardı sanki? İşten izin alıp bu küçük kıyı kasabasına gelebilmek, en sakin otelin hangisi olduğunu önceden araştırmak, çantaya iki pantolon iki kazak, bırak kalsın kremlerim, en güvenli otobüs firması hangisi, cam kenarı bilet, yanıma kim oturacak stresi, varınca servis mi taksi mi, eşe dosta yaptığım edebi açıklamalar “Bilirsin işte, bazen insanın kaçası gelir…”; annem merak etmesin, varıncaya kadar arayıp bilgi vermeli, otobüste kitap filan okumalı havaya girmeli –  ala ala aşk romanı mı almışım yanıma, yanlış olmuş… Otel eski mi eski - oysa fotoğraflardan hiç de böyle görünmüyordu, temiz olsa bari… Oda biraz küçük mü ne? Ahşap olması güzel, ama ya götüm donarsa gece? Rutubet de olur şimdi burada… Anneme söylemeyeyim bari. Bu ne yahu: Yatak iki kişilik mi, tek kişilik mi belli değil! Aman neyse, rahat olsun da… Televizyon ne alaka? Yazmaya geldik buraya yahu, televizyonu niye koydunuz çok komiksiniz… Hah, camın önünde küçük bir masa var. Tam yazar işi! Bu iyi oldu işte...

Önce biraz dinleneyim, sonra deniz kenarında kısa bir yürüyüş - belki balık yerim - zihnim arınsın, buraya alışsın sonra bak gör neler yazacağım derken… Ne oldu? Ha? Ne yazdım? Nostaljik olsun diye yanımda getirdiğim şu kağıt yığınına kurşun kalemlerimle güzel kız yüzleri çize çize geçti üç günüm! Sıkıldım artık. Yaza yaza bunu yazıyorum işte! Neden yazamadığımı yazmanın metni. Bu mudur yani? Çok önemli bir şeyler yazmam gerektiğini düşünmekten, içimden geçen tek bir şeyi bile yazmadım üç gündür. Bu yazdıklarımdan çok daha güzel şeyler geçmişti mesela içimden, yazmadım, “daha iyisi çıkar yahu du bakalım” dedim kendi kendime. Demez olaydım! Şimdi o güzel şeyler neydi onu da unuttum iyi mi. Balık yediğim yerin sahibi o yaşlı adamın bakışında anıların tortusunu mu görmüştüm, neydi, öyle şiirsel bir şeyler… Bu kadarı kalmış aklımda işte. Bu ne şimdi? Yaşlı adam tortusu yazmaya mı geldim ben ta buralara! Ne bilirim ben onun anısını dıdısını? Adam da ölmüştür belki hatta, her an ilham gelir de yazarım diye doğru dürüst dışarı çıkmadığım için hiçbir fikrim yok şu an. Zaten dışarı çıkasım da yok artık. Hem balığını da beğenmemiştim ki, çıksam bile gitmem oraya bir daha. Allah rahmet eylesin. 

Hava da soğuk. Onca yolu üşümeye gelmişim sanki! Üstüne üstlük odadaki şu battaniye de çok kötü kokuyor. Kim bilir benden önce bu odada kalanlar ne halt ettiler üzerinde? Gerçi o battaniye sırtımda, şu an masada “yazar” gibi oturuyor olmam, kurşun kalemimden çıkan şu hışır huşur sesler filan, bunlar güzel şeyler doğrusu… Nostaljik yazar havamı perçinliyor. Sahi, battaniyenin hikayesini mi yazsam? Yok artık! Bana ne elin bitli battaniyesinden! Şu an benim çok konuşulacak o yazıyı yazıyor olmam gerekiyordu! Dünyaya verecek bir mesajım, bir derdim olmalıydı benim! İçimden taşan sihirli kelimelerim dökülmeliydi şu kağıtlara da, yırtıp yırtıp atmalıydım umursamadan… Sahi, geçen gün eltim şu borç meselesi yüzünden canımı sıkmıştı benim. O da dert. Yazsam mı ki? Hayır ya, elti mi anlatılır yazıda? Daha büyük bir şeyler olmalı! Dünyayı değiştirecek, yeri göğü sallayacak türden bir şeyler… Dur bakayım… Geçen gün otele gelmeden önce çarşıda tur atarken o eski kös dükkanların arasında görmüştüm, bir adam bıçak biliyordu. Kayışı gere gere böyle, sessiz… Onu mu yazsam? Neyini yazacağım ki ben onun? Kayışı gerdi, bıçakları biledi işte. Adamın işi bu zaten. Bunun neresinde çok konuşulacak yazı, dünyayı değiştirecek mesaj?

Böyle küçük şeyler değil, çok önemli bir şeyler yazacağım ben! Annem de hep söylemiyor mu zaten “benim kızımın kalemi çok iyidir” diye. Dur şimdi ben bir sahile yürüyeyim de denize bakayım biraz, belki bir şey gelir aklıma. Yazarlar denize filan bakınca büyük fikirler çıkıyormuş, öyle okumuştum…

Beverly Hills_Cartoon_Bianca



2 yorum:

Adsız dedi ki...

Yazmak için yolculuğa çıkmak...Ben de bir keresinde düşünmek, yalnız kalmak için adalara gidip bir kaç gün küçük bir pansyonda kalmıştım. Ne düşünebildim, ne okuyabildim,yüzmeye bile gidemedim.Bir kaç kez adayı turladım, sonra pansyona kapandım. Televizyonun kumandasını hiç elime almadım. Kimseye nereye gideceğimi söylememiştim. Sadece kafa dinlemek için gideceğimi ve beş gün sonra döneceğimi biliyorlardı.Yalnız kalmam için tüm şartlar tamamdı.Yolculuğa çıkmak için de herşeyi hazırlamıştım.Yolculuğa çıkma amacım hariç herşeyi yanıma almıştım. Ağustosun ortasında şemsiye bile çantamdaydı.Sanki beş gün değil, beş yıllığına gidiyordum.Kafamın içi hiç olmadığı kadar boştu sanki. Halbuki ben kafamı pozitif düşünceler, yeni olumlu kararlar almak, kendimi dinlemek için bu yolculuğu planlamıştım. Beş gün sonra eve döndüğümde,düşünmek ve yalnız kalmak için bir daha yolculuğa çıkmamaya karar verdim.

mehtap akdeniz dedi ki...

Tatlım..
sen olmayınca buranın tadı çıkmıyor.. kaç gündür gelip gidiyorum ama sen yoksun... İçerisi havasız kalmıştı camları açtım. Kedilerin kumunu temizledim. Sularını mamalarını yeniledim. Bir iki top atıp, tutup neşelenmelerini sağlamaya çalıştım ama.. Nafile... ille de sen..