15 Şub 2024

Yük

YÜK

Bugün durgunum biraz. Sabahtan beri pek hareket olmadı. Güneşin ilk ışıklarıyla içim ısınırken etraftan bir iki gemi geçiyordu o kadar. Ağır ağır ilerliyorlardı. Yük gemileri. Varılacak yere varacak, bir sonraki uzun yolculuğa hazırlanacaklar. Aceleye mahal yok. Bir şekilde seviyorum onları. Beni yormadan ağır ağır ilerliyorlar, saygılı. Biraz da tedirgin ediyorlar. Bana batmıyorlarsa memnunum. Batarlarsa büyük işler açıyorlar başıma. İçim dışıma çıkıyor onlar yüzünden. Yine de buradalar işte. Bir türlü gitmeyen misafirlerim.

Bugün biraz durgunum, ama ne yalan söyleyeyim tutuk gemilerden değil. 

Ekmek parasına bekleyen yorgun balıkçılardan da değil. Çöplerden, martılardan, havadan da değil. Bugün en üzüldüğümü içime atmışlar. Bunu reva görmüşler ikimize de. Bu sabah güneş doğmadan önce fark ettim. İçimde bir ölü var.

Ondan durgunum biraz. Fazla salınmak istemiyorum, ölüye saygısızlık olur diye dikkatliyim. Ötedeki fırtına akşam üstüne doğru uğrar. Elimde olsa dizginlerim dalgalarımı. Ama işte onlar ben, ben onlar. Her üzülmek bir yere kadar.

Ölüyle ben, şimdilik seyirdeyiz. Henüz fırtınaya vakit var.

Oysa ne güzel görünüyorumdur günün bu saati uzaktan... İnsanlar var kıyıda. Oturmuş beni izliyorlar. Seyirlik geliyorum onlara. Ah, hele bir de geceyse… Ben şıkır şıkır ay ışığıyla oynaş, izleyenler bana mest. İşte öyle güzelim.

Ne anlamlar yüklüyorlar bana bir bilseniz. Olmadığım, bir tek ben kaldım. Bugün de, toprak oldum. İçimdeki ölüyü bana gömdüler, hikayesi onlarda kaldı. Bugün durgunum sormayın... Yüküm ağır. O gemilerin halinden bir ben anlarım. Fırtına hep yakın.

Hiç yorum yok: