YÜK
Bugün durgunum biraz. Sabahtan beri
pek hareket olmadı. Güneşin ilk ışıklarıyla içim ısınırken etraftan bir iki
gemi geçiyordu o kadar. Ağır ağır ilerliyorlardı. Yük gemileri. Varılacak yere
varacak, bir sonraki uzun yolculuğa hazırlanacaklar. Aceleye mahal yok. Bir
şekilde seviyorum onları. Beni yormadan ağır ağır ilerliyorlar, saygılı. Biraz
da tedirgin ediyorlar. Bana batmıyorlarsa memnunum. Batarlarsa büyük işler
açıyorlar başıma. İçim dışıma çıkıyor onlar yüzünden. Yine de buradalar işte. Bir
türlü gitmeyen misafirlerim.
Bugün biraz durgunum, ama ne yalan söyleyeyim tutuk gemilerden değil.
Ekmek parasına bekleyen yorgun balıkçılardan
da değil. Çöplerden, martılardan, havadan da değil. Bugün en üzüldüğümü içime
atmışlar. Bunu reva görmüşler ikimize de. Bu sabah güneş doğmadan önce fark
ettim. İçimde bir ölü var.
Ondan durgunum biraz. Fazla
salınmak istemiyorum, ölüye saygısızlık olur diye dikkatliyim. Ötedeki fırtına
akşam üstüne doğru uğrar. Elimde olsa dizginlerim dalgalarımı. Ama işte onlar
ben, ben onlar. Her üzülmek bir yere kadar.
Ölüyle ben, şimdilik seyirdeyiz. Henüz
fırtınaya vakit var.
Oysa ne güzel görünüyorumdur günün
bu saati uzaktan... İnsanlar var kıyıda. Oturmuş beni izliyorlar. Seyirlik
geliyorum onlara. Ah, hele bir de geceyse… Ben şıkır şıkır ay ışığıyla oynaş, izleyenler
bana mest. İşte öyle güzelim.
Ne anlamlar yüklüyorlar bana bir bilseniz.
Olmadığım, bir tek ben kaldım. Bugün de, toprak oldum. İçimdeki ölüyü bana gömdüler,
hikayesi onlarda kaldı. Bugün durgunum sormayın... Yüküm ağır. O gemilerin
halinden bir ben anlarım. Fırtına hep yakın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder