26 Tem 2018

Topraklan(ama)ma

- Yabancı mısınız?

diye sordu. Sorunun büyüklüğü altında kaldım. Sanıyorum olduğum yerde aşağı çekilmeye başladım. Oturduğum sandalyeyle, elimde hesabı ödemek için tuttuğum kredi kartıyla, yüzümde kalan bakışla. Bir metre 83 santim kadar derine inmiş olmalıyım ki, yerin dibine girişim bitti. Toprağın içindeyim. 

Nefessizim. Toprağın bir öğesi gibiyim. Basınç hissediyorum. Birazdan toprağın beni sindireceğini hissediyorum. Ne güzel olur. Ölmeden, bütünleşik bir yapı olacağız. Toprak ve ben. 
Naber toprak? Lakayıt sorduğuma bakma, saygım sonsuz biliyorsun. Ayağa kalkıp bir saygı gösterisi yapardım ama durum malum. 

Oo Hamamcı! Sen de mi buradasın dostum ya! Seni banyomda görünce korkmuştum ama şimdi aynı suyun balığıyız. Su - balık öyle yüksek giriş olsun diye. Yoksa sen siyah bir böceksin, ben sarı bir insan. Belki de banyomdaki böcek değilsin. Her siyah böceğe hamam böceği demem normalde. Toprak altında bir haller oldu bana.  Bütün siyah böcekler birbirinin aynı olur mu hiç! Keşke şimdi Kafka da olsa beni bir güzel dışlasanız:(

Ne çok kök var... Ağaçdostum, her neredeysen helal olsun sana. Her anlamda. Elin kolun da uzunmuş hişş. İnsanı çok rahatlatan bir hakimiyetin var. Yeryüzünde bu varoluşsal gücü, yanlış anlaşılmış hakimiyeti elde edebilmek için herkesler öldürülüyor. Seni gören sussa keşke. Bari ölünce topraktır, ağaçtır anlıyor olsak bir zahmet.

Ben neden mi buradayım? Az önce bana bir soru soruldu. Yerin dibine girdim. Çünkü kafamda çok fazla düşünce var ve zamanı durduramadığım için bir anda ortadan kaybolarak bu düşünceleri topraklayabilirim diye düşündüm. Ah düşünmek! Beynime dol toprakannem. Düşünecek yer kalmazsa belki bir şans...  

"Yabancı mısın?" diye sordu servis görevlisi arkadaş. Benim de aklıma Camus geldi. Daha çok Meursault. Yok, Salinger. Aslında Holden geldi. En çok Nietzsche. Neden mi? Yaşamsal istencin "yaşama istenci" değil, erk istenci olduğunu dedi diye. Ata sarılıp ağlamıştı diye. Ben de Karabaş'a sarılıp ağlamıştım bir gün. Dünyanın acısına, hiç var olmamış olma isteğime teselli olur istemiştim. 
Arkadaşlarla oturuyorduk. Bende bir kopuş, yalnızca Karabaşla iletişim kurmayı istemiştim. (Belki de Karabaş seçmişti beni çoktan). Neyseki masaya geri döndüğümde kimsenin umurunda değildim. Bunun verdiği rahatlık bir an için iyiydi. Bir dolu duygusal açıklama yapmaya gerek kalmamıştı. Sonra koşarak uzaklaşasım geldiyse de, köpeğin yanına hızlı adımlarla gittim. Ona teşekkür ettim gittim. Bu küçücük yarı uydurma anıdan olsa gerek, Nietzsche'nin çaresizce ata sarılıp ağladığı anda mahsur kaldım şu an. Bugün biraz okumuşum. Kafama dol toprak. 

Bu arada "Yabancı mısınız?" sorusuna zihnimin neden bu kadar tepki verdiğini merak etmiyor musun Toprakbalam? Biliyorsun değil mi? Sar müziğe! Anlıyorsun değil mi? Sonsuz yalnızlığımda bir tek sen varsın bugün. Şarkılarda düşünmek, evet. Barış Manço, evet. Buralarda mı acaba, bir selam... Neyse. 

- Hanımefendi?
- Ah, pardon, ben... Yabancıyım ben evet. Buralara yabancıyım, sana yabancıyım, burada olmaya yabancıyım, dünyaya belki, ilginç isimli kahveme yabancıyım, insana yabancıyım, küfür gibiyim, taş olup kötülerin kafasına fırlatılmak isterdim. Kafa yarayım. Bazıları çok kötü arkadaşım ya. Öyle böyle değil. Çok sinirliyiz garson kardeşim. Hep çok üzgünüz artık. Her şey değişti.

Başa sar.

- Hanımefendi?
- Ah, pardon... Dalmışım. Evet göçmenlik var ailede.
- Hayır sarışın görünce, Alman mı acaba dedim...
- Yok değil.

Kart işlemi. Para aktarımı. Kibarlık. Bahşiş. 

- Hanımefendi çok teşekkürler!
- Ne demek... Şeyapmayın... Ya bir şey sorsam, bu sokaktan hiç at geçer mi?

Hiç yorum yok: